Sözlerime öncelikle bu gök kubbe altında hep birlikte yaşadığımız, yeryüzündeki bütün kadınların „8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü“ kutlu olsun, diyerek başlıyorum
Hemen her yıl bu özel günde bir şeyler karalamayı ise aydın sorumluluğu olarak görüyorum. Her yıl 8 Mart’ı ayrı bir gündemi, farklı bir konuyu işleyerek ele almaya çalışıyorum. Bu yılın gündemi ise deprem. Şüphesiz yaklaşan seçimler de olabilirdi ama depremin yarattığı sorunlar, hala süregelen problemler yazının böyle olmasını daha zorunlu kılıyor.
6 Şubat’tan beri ülkemizde meydana gelen felaketin boyutları her geçen gün toplumu daha da derinden etkilemeye devam ediyor. On binlerce cana mal olan bu facianın yol açtığı maddi ve manevi zararlar, binlerce yaralı, salgın hastalıklar, kayıp çocuklar, trajik olayların ardı arkası kesilmiyor. Böylesi günlerde dayanışmanın önemi ayrı bir yer kaplıyor.
Gelen haberler arasında hayatta kalan kadınların en yakındığı konu, ki bu kavrama ben de katılıyorum “cinsiyet körlüğü”. Aşırı kalabalık barınaklar, çocuklar ve kendileri için duyulan güvenlik kaygısı, yapılan yardımların kadına yönelik yanlarının ya hiç olmaması veya çok yetersiz olması gibi. Karşılaşılan en büyük sorunların başında ayrı tuvaletlerin olmaması, yıkanma imkanlarının ya olmaması ya da az olması, anne sağlığı hizmetlerinin yetersizliği.
Bunlar öyle küçümsenecek, basit ve önemsiz sorunlar değil. Birkaç gün yıkanmayın, duşunuzu almayın bakın kendinizi nasıl hissediyorsunuz. Kaç haftadır su yüzü görmediğini belirten haberler okuduğumda ben üzüntümden kahroluyorum. İnsanın tuvalet ihtiyacını gidermemesi ne demek. Ki öyle bir kültürden geliyoruz ki bu konu hakkında neredeyse konuşmak bile ayıp. Oysa en insani ve doğal ihtiyaç değil mi?
Bir yandan sürekli salgın tehlikesinden, bulaşıcı hastalıkların yayılması tehlikesinden bahsediliyor. Diğer yandan bu konuda en ilk başta atılması gereken adımlar ağır aksak sürüyor, bazı bölgelerde değişen hiçbir şey yok. İnsanlar kendi yetersiz olanaklarıyla sorunu çözmeye çalışıyorlar. Büyük firmalar konteyner göndermede birbirleriyle yarıştıklarını iddia ediyorlar ama birkaç tanesi çıkıp da portatif dixi tuvaletleri gönderme fikrini nedense akıl edemiyorlar.
Çadırların yetersizliği, kalabalık topluluklarda kalındığı, canını zor kurtaran annelerin çocuklarının başına bir şey gelmesinden korktukları yine gelen haberler arasında. Böylesi bir anda bile aklı ve kalbi kötülüklerle dolu insanların yaptıklarına da tanık oluyoruz. Dışarıdan sırf yağma için gelenlerin varlıkları yayıldı medyaya. Yine kayıp çocukların akıbetleri hakkında konu meclisin gündemine kadar getirilmedi mi? Kendileri ve çocukları için korkan ve kaygı duyan annelere her türlü destek sunulmalıdır.
Depremde yapılan yardımlarda yine erkek egemen kafanın, erkek anlayışının yardımlara yansıdığını görüyoruz. Oysa benim de yakından gözlemlediğim gibi yardımları organize edenler arasında kadınların sayısı hiçte az değil. En azından bu arkadaşlarımız bu tür konularda biraz daha hassasiyet gösteremezler mi?
Depremde canını zor kurtaran insanlar kadar toplumun hemen her kesimine dalga dalga yayılan travma hala gündem. Depremle yatıp depremle kalkıyoruz. Daha bu depremin şokunu, yaralarını atlatamamışken geldi gelecek İstanbul depremini konuşuyor halkımız. Dileğim bu yaşananlardan kapsamlı dersler çıkartılır geleceğe yönelik her türlü olasılığı düşünen politikalar yürürlüğe girer, yasa ve paragraflarla güvence altına alınır, böylesi durumlarda hangi kurum ve kuruluşlar nerede nasıl davranılması gerektiği konusunda o kadar iyi yetiştirilir ki, dünyaya bu defa biz örnek oluruz.
Bu vesileyle „8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü“nde depremzede kadınlarımızı, genç kızlarımızı, kız çocuklarımızı unutmayalım, onlarla dayanışmayı daha da derinleştirelim, onlara kendi istediğimiz yardımları değil de mümkünse eğer onlarla irtibata geçip onların en acil, en kullanışlı, en fazla gereksinim duydukları konularda yardımcı olalım.
Esma Arslan