Virüsün sınıfı da ırkı da mezhebi de olmaz!

11 Mart’tan bu yana Türkiye müthiş bir heyecan yaşıyor.

Son yılların en tehlikeli pandemisi ülkemizi de sardı.

author

Geçen yılın aralık ayı başından beri haberlerde takip ettiğimiz Koronavirüs salgını önce Çin’de çıktı. Yüz binlerce kişiyi hastalandırdı, binlerce Çinlinin ölümüne neden oldu. Ve oradan dünyanın her yanına yayıldı.

Virüs AB’de, İtalya’dan başlayarak ekonomisi güçlü, sağlık alt yapısı en iyi ve halkı bilinçli olan ülkeleri bile tek tek ele geçirdi. Hastalanmalar ve ölümler başladı…

Bizdeyse bu süreçte yandaş medya, “Türk’e bir şey olmaz.”

Yöneticiler; “teğet geçer”, iktidar ise “İnananlar olarak bu bela bize bir şey yapmaz” anlayışıyla salgını öylece seyretti…

Bu arada halka dönüp “önlemler alınıyormuş” gibi sözler edip algı yönetimine devam ettiler.

Sonra hastalık ve ölümler birden geometrik olarak arttı! Neden ve niçin?

Uzmanlar, diğer ülkelerden daha yoğun bir şekilde Umre’den Türkiye’ye dönen yurttaşlarımızın Suudi Arabistan’dan taşıdıkları virüsle, salgının birden arttığına dikkat çekiyorlar!

Kaldı ki; virüs nedeniyle şubat ayından itibaren sınırlarını kapatan ve salgınla boğuşan Suudi Arabistan’da binlerce yurttaşımızın umreye gittiği biliniyordu.

Bu gerçeğe rağmen ülkeye girişlerinde hiçbir önlem alınmadı!

Güya inananları korumak ve dini referanslı yönetim modellerine ters düşmemek için bu riskli ülkeden gelenler karantinaya dahi alınmadı. Adeta dokunulmazlık verildi.

Dinle bilimi çatıştırdılar!

Oysa büyük çoğunluğu karantinaya alınmayan umrecilerin yurdun her köşesinde potansiyel salgın kaynağı olduğu bir gerçektir. Bu kişilerin acilen takibe alınması gerekir! Aksi takdirde onların hayatlarıyla oynanmış olacaktır! Çevresine, ailesine ve kendilerine büyük kötülük edilmektedir. Kaş yapayım derken göz çıkarıldı. Bu nedenle ölenlerin hesabını kim verecek?

Defalarca sorulmasına rağmen salgının yoğun olduğu yerler ve ölümlerin gerçekleştiği yörelerin nerede olduğu bilgisi hâlâ halkımıza açıklanmıyor.

Bilinmeli ki; salgının daha büyük facialara neden olmadan atlatılmasının başlıca kuralı halkın doğru bilgilerle donatılmasıdır.

Sosyal medyada dolaşan Almanya Şansölyesi’nin 15 dakikalık konuşmasını izlemişseniz, sorumluluk taşıyan bir liderin nasıl olması gerektiğini görmüşsünüzdür.

Merkel salgının durdurulması için Almanya’nın gücünden emin bir şekilde demokrasi gereği halkına tüm gerçekleri anlatıyor. Bizimkilerin yaptığı gibi hamaset ve sayılarla dolu resmi raporlar okumuyor.

Bir ilahiyatçı kızı ve Hristiyan Demokrat bir politikacı olan Merkel, dualardan medet umanlara adeta ders vererek güçlü bir devletin şeffaf, güven veren, toplumsal bilinç ve dayanışmayı öne çıkardığını hatırlatıyor. Sosyal izolasyonun zor olduğunu inandırıcı bir şekilde anlatıyor. Yapılanların akla ve bilime uyularak sıralandığını ve bu çağrının demokratik bir anlayışla halkın rızasıyla gerçekleşmesinin hayati olduğunu söylüyor…

Bu önemli konuşma; Putin, Trump, Boris Johnson, Macron’dan çok daha üstün bir kadın siyasi liderin varlığını gösteriyor!

Liderlik; zekâ, bilgi, deneyim, vizyon, kültür, insana saygı, bilinçli hedef, liyakatli kadro ister. Gelecek için geçmişi ve çağı doğru anlamak gerekir! Tantanayla yaşayıp emirler vererek lider olunamaz… Hele kin ve hınçla dolu bir kişilikse lider değil, diktatör olunur…

Bu anlayışla bakıldığında; Atatürk’ün liderliğindeki Türkiye’nin ne büyük atılımlar attığını görebiliriz… İlk sağlık bakanı Refik Saydam’ın kurduğu ve dönemin en önemli kurumu olan “Bakteriyoloji Enstitüsünde” üretilen tifo, dizanteri, veba ve kolera aşılarının, tetanos ve dizanteri serumları toplum sağlığını korumuş, Tifüse karşı hazırlanan aşıyla da dünya tıp literatürüne geçmişti.

AKP bu enstitüyü 2011’de kapattı. O gün kapatılma gerekçesini anlamamıştık.

Şimdi farkındayız! Virüsün partisi, dini ve sınıfı yok. Ama kapitalizme hizmeti çok.

Yani yaşamak için tüm varlığımız bu kez aşı üreten sömürgecilere gidecek!

Bir Çağrımız Var


Az önce okuduğunuz haber, bağımsız bir medya organı tarafından size sunuldu.
Bağımsız gazetecilik; sermayeye karşı halkı, sömürüye karşı emeği, eşitsizliğe karşı adaleti, savaşlara karşı barışı, piyasacılığa karşı temel hakları, talana karşı doğayı, erkek şiddetine karşı kadınları, istismara karşı çocukları savunmanın olmazsa olmaz koşuludur.
Siz de gerçeğin sesini yükseltmek adına sorumluluk almak istiyorsanız, sadece birkaç dakikanızı ayırarak BirGün’e abone olabilir ve ‘#BirGünBenim’ diyebilirsiniz.
Şimdiden sonsuz teşekkürler…
BirGün bizim; hepimizin.